“Eylül… Cuma… Güz ve Aşk!”
Aşka inanmış ve yaşamışsın… Bir ömür sürmemiş; ne çıkar! Bu ömründe aşka rastlayamayan ya da ıslanmaktan korkup, saçak altlarından bakanlar varken; lafımı olur yani? Kuru Etim, aşk olsun…
Bedenin besine ihtiyacı var, ruhun da aşka muhtaçlığı… Hadi bırak eti/kemiği, kabak kemanenin sesi seni alsın içine, ben de anlatayım kuru et nereden çıktı, derken ne demek istedim…?
Kuru et olayı: Et niye kurutulur? İhtiyaç duyulan yaşamsal besin maddesinin fazlasını, uzun vadede tüketilebilmesine olanak tanımak adına elbette. O besine ulaşmaları meşakkatli, hele elde etmesi zor ya da ulaşılması güç zahmetli ise bir de… Elde ettiklerinde, ellerinde var iken bugünde, yarın için stok yapmak elzem olur. Buraya kadar tamam sanırım. Peki besinleri saklamak nasıl mümkün olur? Ki konu sadece et de değil…
Besinleri Saklama, Daha Sonra Kullanma için yöntemler neler?
- Kar içine gömme, dondurma, şoklama ile/ +5 derece de tehlike başlıyor!
- Pişirme, Konserve, Tütsüleme şeklinde/ Su moleküllerinde ürüyorlar mikroorganizmalar…
- Tuzlama, Salamura, Şekerleme yöntemiyle/ Aseptik ortamı sağlar, nemi engeller
- Kurutma, güneşte kurutma tarzında/ -60 dereceye kadar tehlike devam.
- Alkol gibi kimyasallar maddeler ile veya baharat ile karıştırarak/
Bu gıda saklama maddelerine bakınca, yok bakmayayım! Bir an fikrimi değiştiresim geldi. Son maddede takıldın değil mi? Pek önermem; sülfit, benzoit asit, gibi kimyasallar varmış işin içinde… Cezbedici gelen alkol ve baharat olsa da bana güven, güneş en iyisi senin için!
A, bak konserve olayını ilk kim bulmuş biliyor musun?
Napolyon, savaşlarında gıda sorunu baş gösterince, farklı çözüm yolları aranmaya başlamış. Etin kurusu ve salamurası, yanında reçel ve peynirle yenirken imkanlar daha da zorlaşıp, durum iyice kötüleşince… Çözüm için bir yarışma düzenlemiş: Et ve sebzelerin besin değerini koruyarak en uzun süre taze tutabilene 12 bin frank ödül verilecek diye ilan edilmiş. Ve işte konserve, 1809 yılında Nicolas Appert tarafından araştırmalar sonucunda şişeleme, sıkıca ağzını kapatma, belli bir ısıda “apertizasyon” dediği 70C derece üstünde pişirme yapılınca hem stoklanması ve hem de transfer sonrası tüketilene dek taze kalabilmesi mümkün olmuş. Ancak Pasteur 1864 de pastörizasyonu geliştirmiş (50-60 C derecede altında ısıtarak) böylece yüksek ısıda tadı bozulan ya da besin değeri kaybolan gıdalar için yeni bir imkan bulmuş diye özetlenebilir. Yani gıdayı uzun süre saklamak için çeşitli yöntemler için durma git icat çıkartanlar olmuş.
Hah, sana ait biriktirdiğim onca hatırayı kuruttum güneşte; kurutulmuş et olarak istiflendin zihnimde ve dahi yüreğimde… Yani uzun zaman protein ihtiyacımı karşılarım buralardan. Sebze, meyve kolay iş; buluttan, şarkılardan, Mark’ın kabak kemanesinden, Hauser’in viyolanselinden… Hatta yağmurdan, dolunaydan… Sayende bundan sonra hiç aç kalmam.
Kurutulmuş eti de epey severim; ekmeğe katık ederim. Anlayacağın uzun süre idare edebilirim.
Edit: Dua et de vejetaryen olmayayım…
*Aslı’nın Film Önerisi…
(Film adı üzerine tıklarsan İmdb sayfasına gidersin!)
303 (2018) : Romantik, komedi, dram türünde 2018 yılında yayınlanan Alman yapımı bir yol karavan filmidir. Avusturyalı yönetmen ve senarist Hans Weingartner, eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldığı gibi ödül adaylıkları ve kazançlarıyla evine dönmüş. 145 dakika süren film yeni nesil ilişkilere epey tırnak atıyor… 3 adaylık kazandı. Yol filmidir. Oyuncular; Mala Emde, Anton Spieker, Arndt Schwering-Sohnrey.
Almanya’dan Portekiz’e giden yol manzaraları ve diyalog filmi severlerin bayılacağı, 2,5 saat süren gösterinin beğenisi de bol; bir festival filmidir. Geveze kahramanlarla bağ kurabilirsen, bu yolculuktan zihin çekmecelerine yerleştirilecek bir çok anıyı da depolarsın.
Bittiğinde yalnız olma, hatta seyrederken yalnız olabilirsin ama evde mutlaka olmalı biri… Sevinçli bir boşluğa düşerken elinden tutacak o biri.olsun yamacında… Almanca olmasına takılma aşkın ve anlamanın dili yok ki. Hadi çağır o birini, yolla mutfağa kek-poğaça filan pişirsin, sakin sakin çık şu yolculuğa Mercedes-Benz O 303 ile şimdi…

“Yüzüm kime dönük olursa olsun, yüreğim sana dönük olacak. Ben senden başkasına kapı nasıl açılır bilmiyorum.”
Cemal Süreya…
Bilmiyorum…!