“Ve Sana Verdiğim Her Şey Gitti!”
“Bu kadar uzakta olan birine nasıl yakın olunur bilmiyorum…”
İçimde parça parça artan öfke dalgası ile yaşamayı bırakmam gerek. En çok ile en az arasında ki koşturmaya da bir son vermem…
Gözlerimi kapatmak…
Şakaklarım zonkluyor ve diş etlerim.
Evet, biraz vahşi ve biraz uysalım. Emir kipinden, kapalı kapılardan ve tehlikede olmaktan, hesaplı davranışlardan ve kandırılmaktan hiç hoşlanmam!
En büyük zaafım; sevdiklerim ve mahzun olan her şeydir.
Bu yüzden kalabalıktan uzak yaşarım. Kabuğuma çekilmeyi, cephe açmamayı, ganimeti bırakmayı iyi bilirim. Konfor sahama kimseyi sokmam, kimsenin konfor alanına da girmem.
Bu sınırlarıma sinsice dinamit ile tuzaklar kuruluna kadar, seni müttefik bildimdi. Daima kendi çıkarlarını korumak için diğerlerini yok sayan, yaralayan ve bunun farkında bile olmayan sana kadar; korunaklı bir Şato da yaşıyordum.
Şimdi, tüm cephaneliği patlatıp, sahip olduklarımı da bırakıp gitmeye hazırım.
Aksiyon filmlerinde de o sahneye bayılırım. Arka planda alev topları patlar, ve esas kız ağır çekimde kameraya doğru ilerler… Acı tatlı tüm yaşananların sonu gelmiş ve oyun bitmiştir. Tüm kötü adamlar ölmüş, acılar/neşeler son sahnede tükenmiş ve yeni maceralara adım atılmıştır.
“Festina Lente!” Rome İmperatore Augusto
Martın ve kışın bitme sancısı olmalı bunlar… Nefes al, yavaşla. ..

“Var mıydık? Belki, biraz.”
E.Cansever’den buraya yazdım. Okusana…
Az yani…