Soğuklar, ısıtmayan güneşli ve bol bulutlu havalar, ekim sonu… Kazak giyilebilir günler…
Haziran’da ölen anneyi, özlemeye başladığım zamanlar… Bir yol göstericiye, bir işarete ihtiyacım olan zamanlar…
Yüreğimin en çok üşüdüğü, içime konuşmak bile istemediğim zamanlar… Kaybolduğum’un, hala bulanamadığım’ın ispatlandığı üşümeler… En çok bu zamanlar mucizeleri beklerim. Çoğunluk yeni yılı kıstas alır, ben bu zamanları… Hayatımın kurgusu bu.
Bir ses, bir nefese yoğun istek duyduğum havalar… Saymayı unuttuğum, saatleri yakalayamadığım an’lar… Ampulü açmalıyım derken, “akşam mı oldu yine?” ler… Renkleri karıştırdığım gün batımları, kıpkırmızı turuncu sarılar ufukta…
En çok bu aylarda yalnızlık tutar beni… Midemde hep bir bulantı. Başımı kaldırıp yolu seyretmek biraz sakinleştirir ise de en iyisi uyumak olan güz zamanlar.
Yaşamıma reset atılan, alışkanlıklarımın değiştiği aylar. Sevdiklerim, sevmediklerim değişir. Kabuk değiştirir gibi eskiyen püsküyen hayatı kapıcıya veririm, çekerim lacileri, toprak renklerinde kaybederim kendimi, haki yeşil buldurur omuzlarımın üzerinde duranı…
Sonbahar, adına her son yakışır senin. Sevdadan gitmeler… Sevdanın de hali yazda kalmıştır…
Daha kışa aylar var. Ellerim buz gibi… Umudumu bulamıyorum ceplerimde: Sen de mi kalmış? Senden mi kalmış bilemediğim üşümelerim…
Şimdi ekranda 11. soru gelecek ve cevap seçenekleri: A mı diyeyim, B mi? C mi? D mi? Ne diyeyim?
Ekimin onu da gider, gelir kasımlar, on birler…
Sevdiklerim, sevmediklerim yer değiştirirler… Özlem’lerim can çekişirler… Kuruyan dallarıma dokunma, onlar baharda yeşillenecekler!
“Olmadı, olana kadar dua ederiz.”
diye paylaştım bugün sosyal medyada…
Küheylan’a…