İncir zamanı geçti, sabrım bitti…


Tuhaf! Önceleri seni istiyordum, senli zamanları, senli geleceği, senin sevgini, senin arzunu, senin olanın hazzını, senin zamanını, senli olan her şeyi… Umudun içimde kök salması ve hatta baştan aşağı umudun kendisi olmaktı bu!

Sonra bizi istemeye başladım: bizim mutluluğumuzu, bizim yuvamızı, bizim geleceğimizi, bizim huzurumuzu, bizli her şey gözümün önündeydi, bizim yuvamız, bizim sohbetlerimiz… O görüntüler mutluluk ve sevinç veriyor, bir filmi seyrediyormuş gibi merakla izleme devam ediyordum. Bize odaklanmak dans gibiydi ve ben dansın kendisi olmuştum!

Daha sonra beni istemeye başladım, beni aramaya, beni bulmaya, beni sevmeye… Beni bulduğum her kare şaşkınlıktı, beni gördüğüm her ses muhteşemdi, beni hissettiğim her an bir mucizeydi! Ben’e varmak, baştan ayağa ben olmak, tamam olmaktı!

Sen, yoktun! Bizde de sen yoktun!

Sanırım işte o anlarda senden vazgeçmişim… Sevgim, arzum  bana ve bizeydi! Ama o bizde sen yoktun?

Seni çekiştirdim, “n’olur gel gir şu kareye!” dedim… Sen ise gevrek bir gülüş ile “beşgen ya da çember olabilir ama kare bana göre değil..” gibi bir şeyler geveledin sanırım. Senin için dikdörtgen olabilecek kadar genişletebilirdim ve inan bunu yapmanın çok geçerli gerekçelerini bile hazırlamıştım. Güldün, omuz silktin…

“İşi yokuşa mı sürüyor? Ego mu dayatıyor?” dedim. ilk seçenek fazla tık alınca, mecbur onu seçtim. Evet, emin değilim. Ama esnemeyen kurallar ile bir ilişkide olmayı seçmemişi bilecek kadar seni tanıyorum.

Seçenektim ben senin için, sonunu düşünmediğin ama olmazsa da olur dediğin… Sanırım… Olmazı oldurmaya, yapmazı yaptırmaya, sevmezi sevdirmeye çalışmaktı benim ki…

Vazgeçtim!

Seni sana bıraktım, bizi bana aldım. O bizi ben çok sevdim. Hayat bana seni vererek, benim ne istediğimi anlamamı sağladı. Ben, o bizi istiyorum!

İnciri çok severim. Bu sene pörsümüş tek tane yiyebildim o ayrı. Artık zamanı da geçti ve bitti. Sen de benim incir’imsin, sevmeye devam edecek bir sevide yerini alan..

Kader yine ilmek kaçırdı sanırım; hep orada olduğuna emin olduğun ben, şimdi artık uzaklaşıyorum senden.

Yürümeyi senden beridir çok seviyorum. Yürüyorum.. Yollarda… Yüreğim güz mevsiminde ve üşüyor. Pastırma yazları kandırmıyor, çantamda şemsiyem ve hırkam hep var artık.

O kolunda saati olan adam olsaydın, avucunun içinden ayıramasaydın ya beni. Debelenip gitmeye yeltendiğimde sıkıca göğsüne bastırıp “şşşşş…” deseydin; “Geçti hepsi, ben yanındayım. Buradayım!”

Bağsız sapsız olunca bir kadın, güceniyor yanında yürüyormuş gibi yapan adama…

Kendi kendime yürürken, ritmimi yüreğime uyduruveriyorum. Kimi gökyüzünde bulutlar,  kimi çakan şimşekler, yağan yağmurlar, ağaçların o sağlam duruşları ama zamanlı zamansız yaprağının savruluşları, kuşların rotasız/rötarsız süzülüşleri, çığırtkan esnafın lafları, taksicinin kornası… Derken… Ele ele tutuşmayan her çift ayrı yollara savrulmaya mahkum…dur! oluyor.

Omzuma konduramadığın bir buse olarak kal! Ağırlığıma, yaralarıma, yüküme el atmayan, dudağını tenime sürmeyen, uzak, karşı kıyıdan biri…

İncir’im bilmez misin ki karadutu, iğdeyi de severim. Nasibime ne çıkarsa artık, ben de onu yerim!

Keşke karadut kılığında bir beyaz incir olsan. 😉

Screenshot_2019-07-22-13-35-33-1

Küheylan’a…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s