
Seni Tanıdığımda, Kozasında Beklemekten Eskimiş Bir Tırtıldım!
Korkularımla ördüğüm bu koza güvenilirdi. Enerjinle beni bana inandırıp, önce gözlerimi açmamı sağladın; ardından tüm uzuvlarımı gererek, güvenli korunmalığımdan çıkmamı… Sen olmadan nefes alamadığımı, senden uzaklaştığımda tüm renklerimin solduğunu saymazsak tabii… Elbette bunu fark ettiğin anda, beni senden uzaklaştırman da var. Söyler misin sevgili, tüm kelebekler; ömürlerinin en güzel zamanının bu kadar kısa olduğunu bilerek mi o uzun yolculuğa, o zorlu ızdıraba katlanıyorlar? O tüm kelebekleri de, tıpkı benim gibi, bir ışık mı kandırıp Sindirella’nın balosuna gönderiyor.
Biliyorum ki ayağımdan fırlayan cam ayakkabı kesinlikle senin umurunda olmadı. Döndüğüm o çatı katının küllü şöminesinde çok uzun zaman bekledim.

Tırtıl olarak, güvenli kozama tekrar geri dönmenin imkansız olduğunu da tecrübe ettim bu bekleyişte. Keza yediğim dut yaprakları, bir çok kilo olarak yanıma kar kaldı sadece. Ne tırtıl olarak enkarne oldum ne de senin ışığına kavuşma sevinciyle parçaladığım kozayı örecek, tılsımlı iplikçikleri nasıl tekrar üretebileceğimi buldum. Ben bir kelebek olarak büzülüp kalakaldım. Kanatlarım kırıştı, renklerim soldu, gözlerimi yummaktan ışığı arzulamayı bile unuttum.
Küllere bulaşmış saçlarıyla; gri ve kırışık toz bezi gibi, bir köşede cam pabucunun tekinin getirileceğine inandırılmış Külkedisi’ydim. Sevgili prensim bir gün döndü; zamanın bir yerinde unutulmuş tek cam pabucumu hatırlatmaya bile gerek görmeden hem de.

Sen benim ışığımdın sevgili, fakat gözlerimi yavaşça açıp kanatlarımı ütülemeyi seyretmek için vaktin yoktu. Bu yeni ilişki biçimimiz; bir görünüp bir kaybolan ışıktı.
Lambanın düğmesini ne zaman istersen o zaman açan, istemezsen kapatan bir döngüye çevirdin. Eskiden, kelebek iken; musmutlu, reprenkli o genç kadın değilim şimdi. Gözlerimi senden alamıyorum, sesini her duyduğumda kanatlarımı açıp sana uçuyorum. Yeniden görmek, yeniden uçmak ve yeniden hissetmek çok iyi geldi önceleri… Düğmeyi çevirip her kapattığında kör olmak, büzülüp olduğum yerde kalakalmak; beni sana zorunlu kılıyor şimdi...
Yaşam kaynağım, sevincim, nefesim, sevdiğim! Sana her uçuşumda kanatlarım yanıyor, ufalıyorum kendi gözümde, kahroluyorum kendi kendime. Ben yeniden özgür olmak istiyorum! Kırışık ellerimi avuçlarına alıp caddelerde yürüyecek, koluna takıp renksiz kanatlarımla gurur duyacak bir seviyi özlüyorum.
Senin terinden bir başkasını sevmedim. Yine de ey sevgili, iki düşünce arasındayım; karanlıkta mı kalayım, ışığınla mı yanayım?

“Onun, o her şeye gülen vurdumduymaz canlılığı öylesine gerekli ki bana şimdi…”
Adalet Ağaoğlu…
Ve bu muhtaçlık ile utanç içindeyim!